![[feature] Nuri Bilge Ceylan ve İnsanlık Meselesi](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBa35Ubo9RfiMHCGSZ8E3MMFMROXI9iyu3aA1Ij_-Nrbfr4p-zqRseWiFQQNMj3POaCCyhdEn8_jJmHQPCx51OL1lr2BBm9nf-VVxAc4DSHH2AgnDxYhrXb86hyxdi957cl4CF-uTVJ-ee/s1600/nuri+bilge+ceylan.jpg)
Yazar ; Nurdan Baysal
Zamanın getirdiği abartılardan uzak, hayata fotoğraf gerçekliğinde açılan bir pencere...
1959’ta İstanbul’da doğan Nuri Bilge, Çanakkale (Yenice) ve İstanbul arasında geçirdiği çocukluğunun ardından ilk olarak İstanbul Üniversite’si Kimya Mühendisliği bölümüne girmiş; ancak dönemin getirdiği siyası şartlar, yüzünden okulu bırakmıştır. Daha sonra sınava tekrar hazırlanıp, siyasetten biraz daha uzak kalabilen Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik bölümüne geçmiştir.
Boğaziçi’nde okurken; fotoğrafçılık(BUFÖK), satranç dağcılık ve mağaracılık kulüplerine katılarak filmlerindeki bakış açısının temellerini atmıştır. Okul bittikten sonra “Ne yapacağım? ” karmaşası yaşamış; aylar süren Batı ve Doğu seyahatlerinin ardından, askerlik sürecinden geçmiştir. Sinemayı hayatının merkezine koyması tam da bu noktada olmuştur.
Askerlikten sonra Mimar Sinan Üniversite’sinde Sinema bölümünü okumaya başlayan Nuri Bilge, otuzlu yaşlarda olması sebebiyle ve hayata bir an önce atılmanın heyecanıyla okulu ikinci yılda bırakmıştır.
Fotoğraf çekerek hayatını idame eden Ceylan, bir yandan da yakın arkadaşı Mehmet Eryaz’ın kısa filmlerinde oyunculuk yapmıştır. Ayrıca Eryaz’ın filmlerinin teknik kısımlarında, baştan sona yer alarak, kendisini geliştirmişti.
1995 yılında Koza kısa filmi ile sinema hayatına adım atan Nuri Bilge, daha sonra “Taşra Üçlemesi” olarak adlandırılan uzun metrajlı ilk üç filmi; Kasaba(1997), Mayıs Sıkıntısı (1999) ve Uzak(2003) ‘ı çekmiştir. Bu filmlerde yakın arkadaşlarını, akrabalarını oynatarak Türk sinemasında bir yeniliğe imza atmıştır. Ayrıca bu filmlerin teknik kısımlarının hemen hemen hepsinde kendisi yer almıştır. Farkında olmadan doğal olanın güzelliğini yakalayan yönetmen, filmlerinde görüntüyü ön plana alırken sesi arka plana bırakır. Doğaya olan ilgisi filmlerinin çoğunda kendini hissettirir.
Taşra Üçlemesi’nden sonra çektiği Türk-Fransızsız ortak yapımı olan İklimler(2006) filminde eşi Ebru Ceylan’la başrolü paylaşır. Bu filmi çekmek için mekan ararken, askerlik yıllarından beri dokunmadığı fotoğraflarıyla tekrar haşır neşir olur. Ve fotoğrafa olan aşkı yeniden alevlenir. Sinemanın yanında fotoğraf sanatını da sürdürmeye devam eder. İklimler filmi ile 59. Cannes Film Festivali’nde Fıprescı Ödülünü almıştır. Üç Maymun(2008) filminde ilk kez profesyonel oyuncularla çalışan Ceylan, bu filmle 61. Cannes Film Festivali’nde, en iyi yönetmen ödülünü alır.
Bir zamanlar Anadolu’da (2011) filmi Türk-Bosna-Hersek ortak yapımıdır. 64. Cannes Film Festivali’nde Büyük Jüri ödülü aldı. Kış Uykusu (2014) filmi, Cannes Film Festival’inde en büyük ödülü olan Altın Palmiye ödülünü almıştır.
2017 çekilmesi planlanan Ahlat Ağacı film’inde, bir gencin yazdığı kitabı basabilmek için doğduğu kasabaya dönmesi ve babasının borçlarıyla karşılaşması anlatılacak
KOZA (1995)
Koza’da yalnızlık duygusu; sert doğa koşulları ve fotoğraf gerçekliğiyle gözler önüne serilmiştir. Filmde geçmişte yaşanan sıkıntılar sebebiyle ayrılan karı kocanın, yetmişli yaşlarda tekrar bir araya gelmesi anlatılır. Diyalogsuz olan film, siyah beyaz çekilmiştir. Yalnızlık zordur; ancak bozulan koza tekrar eski halını alamaz.-Karı koca tekrar bir araya gelse de bir anlam ifade etmez- Film boyunca kadın ve erkeğin yüzüne konan sinekleri kovmamaları ve filmin sonunda ölen kedinin yüzünde sineğin dolaşması var olan ölüm sessizliğine bir vurgudur.
[next]
TAŞRA ÜÇLEMESİ
KASABA(1997)
Kasabada yaşayan bir ailenin üç kuşağının hikayesidir. Filmde,olaylar evin en küçük çocuğunun gözünden anlatılmıştır. Siyah beyaz çekilen film, Ceylan’ın uzun metrajlı ilk filmdir. Otobiyografik özellikler taşır.
Kasaba, üç bölümde incelenebilir: Ailenin 11 yaşındaki kızının ilkokul zamanlarından çekilen sahne; ailenin, ilkbaharda mısır alanında yaptığı yolculuk sahnesi ve dünyanın karmaşasına şahit olunan sahne.
Uzun planları ve ağır ilerleyen temposuyla kasaba hayatını tüm gerçekliğini gözler önüne seren filmde, Ceylan’ın Tarkovski 1 hayranlığı kendini hissettirir. Ceylan’ın, İlk uzun metrajlı filmi olması sebebiyle teknik bazı hatalar vardır.
MAYIS SIKINTISI (1999)
Ceylan’ın uzun metrajlı ikinci filmidir. Aslında yaşanan mayıs sıkıntı sadece mayısa ait değildir. Kasaba hayatının tamamında bir buhran vardır. Film birkaç hikâye etrafında döner. Asıl hikaye, evin büyük oğlu Muzaffer’(Muzaffer Özdemir)’in doğduğu kasabada çekmeye çalıştığı filmdir. Muzaffer belli etmeden kamerasını insanlar üzerinde dolaştırır. Amacı doğal olanı yakalamaktır. Muzaffer bir nevi Nuri Bilge’nin kendisidir. Muzaffer en sonunda, filminde kendi ailesini oynatmaya karar verir.
Evin babası Emin (M. Emin Ceylan)’in bir yandan ağaçları için mücadele verir diğer yandan da oğlunun çektiği filmde oynar. Yine dayısının küçük oğlu Halil de bir yandan eniştesi Emin gibi Muzaffer’in filminde oynar bir yandan da müzikli saat uğruna yumurtasıyla imtihan olur. Oğuz Atay’ın tutunmayan insan karakterlerine bazı yönleriyle benzeyen Saffet( M. Emin Toprak) ise kente gitme arzusuyla yanıp tutuşurken Muzaffer’in filminde oynamak için fabrikadaki ışını bırakır. Filmin sonunda, küçük kasabanın büyük sorunları, farklı yaşlardaki insanlar yoluyla ele alınmıştır.
UZAK (2003)
Ceylan’ın asıl çıkışını yaptığı, farkının fark edildiği Taşra Üçlemesi’nin son filmidir. Başrollerini M. Emin Ceylan(Yusuf) ve Muzaffer Özdemir’in (Mahmut) paylaştığı filmde; çalışmak için kasabadan İstanbul’a gelen Yusuf, uzaktan akrabası Mahmut’un- Kasabadan İstanbul’a gelmiş, fotoğraf sanatçısı- yanına geçici olarak yerleşir. Ardından imkansız bir aşka tutulur. Artık şehir, Yusuf’a büyük gelmeye başlamıştır. Çünkü kasabada edindiği kültür şehirde var olmasına engel olmaktadır. Yusuf, ikinci darbeyi de akrabası Mahmut’tan alır. Mahmut onu hırsızlıkla suçlar. Yusuf ise sessiz sedasız orayı terk eder. Mahmut’ta kendi içinde bir tutunamayandır- yönetmen olup dünyayı değiştirmek istemiş; ancak başarısız olmuştur. Fotoğrafçılıkla hayatını idame ettiren boş vermiş bir tiptir.- Tarkovski gibi filmler çekmek isteyen Mahmut, belli bir süre sonra kendi dünyasına döner. Bu noktada Nuri Bilge’nin kendi duygularının tasvir edildiği düşünülebilir.
Filmin adından verilen filmde verilen mesaja- kasaba ve şehir arasındaki yaşam tarzının farklılığına bir vurgudur.-gidilebilir. Ayrıca Mahmut ve Yusuf üzerinden; şehrin, ötekileştirme ve yalnızlaştırma duygusunu, insana nasıl empoze ettiği anlatılmıştır. Film, Cannes Film Festival’inde Büyük Jüri Ödülü’nü almıştır. Bunu yanı sıra başrol oyuncuları en iyi erkek oyuncu ödülünü almışlardır.
[next]
İKLİMLER ( 2006)
Mevsimler gibi insanlar da değişir.
Başrollerini Nuri Bilge(İsa) ve eşi Ebru Ceylan(Bahar) paylaşır. Filmde aynı iklimlerde de olsa insanın mevsimler gibi değişimlere uğradığı, Isa ve Bahar arasındaki ilişki üzerinden gözler önüne serilir. İsa akademisyendir. Bahar ise sanat yönetmenidir. Yaz tatili için Kaş’a arkadaşlarının yanına giderler; ancak aralarında bir gerginlik vardır. Ve ayrılırlar. İstanbul’ a dönerler. İsa’nın, Bahar’ın arkadaşı Serap(Nazan Kesal)’la Baharı aldattığı anlaşılır… Ve sonbahar gelmiştir. Bahar’ı özleyen İsa, Ağrı da çekimde olan Bahar’ın yanına gider. Onu tekrar elde eder. Ancak eskisi gibi hissedemez. Baharı orada bırakıp İstanbul’a döner.İnsan meselesi üzerinde kafa yoran ve her filminde farklı ruh hallerindeki insanları işleyen Nuri Bilge, burada, tüm çıplaklığıyla insanı özüne döndürür. Home demens -akıllı uslu olduğu kadar duygularıyla hareket eden varlık- kavramını vurgular.
Filmde, Nuri Bilge fotoğrafçı yönünü ön plana çıkarmıştır. Kaş ve Ağrı manzaraları görülmeye değerdir. Ki bu film için mekan ararken,eski resimlerini karıştıran Nuri Bilge, uzun süredir yapmadığı fotoğrafçılığa da geri dönmüştür.
ÜÇ MAYMUN (2008)
Resme bakmamak resmin varlığını unutturur mu?
Üç Maymun(2006) filmi, Nuri Bilge’nin profesyonel oyuncularla çalıştığı ilk filmdir. Ceylan, bu filmle Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü almıştır. Başrollerinde; Ercan Kesal (Servet), Yavuz Bingöl (Eyüp), Hatice Aslan(Hacer) ve Ahmet Rıfat Sungar (İsmail)’in oynadığı filmde, Eyüp patronu Servet’in yaptığı kazayı sorgulamadan üstlenir. Ve dokuz ay hapis yatar. İlginç olan şudur ki ailesi de durumu sorgulamaz. Bu sırada Hacer, başıboş dolaşan ve sürekli başını belaya sokan oğlu için Servet’ten para ister. Tam da bu noktada sessizliğe atılan düğümlerden en kör olanı atılır. Hacer ve Servet arasında bir ilişki başlar. Bu sırada Eyüp hapisten çıkar. Belli bir süre sonra bu ilişkiyi anlayan İsmail, karanlığına inat takar siyah gözlüklerini. Görmemiş -duymamış -bilmemiş olma oyununu oynar. Bu oyunu ne zamana kadar sürdürecektir ?...Aile kavramı üzerinden cinayet, suç ve kötülük kavramları sorgulanır. Film yağmur yağarken başlar. İlk yağmurla Servet’in işlediği cinayeti Eyüp üstlenir ve ilk pislik temizlenir. İkinci yağmur sahnesi Hacer ve Servet’in ilişkisi sonrasıdır. Ne de olsa bu da temizlenmesi gereken bir pisliktir. Üçüncü yağmur sahnesi ise filmin sonundadır. Bu sefer Servet’i öldürülen İsmail’in sucunu masum bir genç üstlenir ve üçüncü temizlik de gerçekleşir. Bir nevi üçüncü sayfa haberini andıran bu iç sıkıcı hikâye, aslında her an yaşanan ama görülmeyen gerçeklere bir atıftır. Ne de olsa üçüncü sayfa hikâyelerini de yaşayan insandır.
BİR ZAMANLAR ANADOLU’DA (2011)
“ … Bir insan, bir başkasını cezalandırmak için hakikaten kendini öldürebilir mi?”
“… İğde beline yağmur yağıyor. Yağsın! Yüzyıllardır yağıyor, ne fark eder? Ama bundan sadece yüzyıl sonra bile Arap, ne sen ne ben ne savcı ne komiser.. Hani şairin dediği gibi; yine yıllar geçecek ve geriye benden bir iz kalmayacak, yorgun ruhumu karanlık ve soğuk kuşatacak...”
“ … Bir zamanlar Anadolu’da dersin. Böyle böyle bir gece yaşamıştık dersin. Anlatırsın yani ne bileyim masal gibi…”
Kuşkusuz Nuri Bilge’nin, şiirsel dili yakaladığı filmidir. Filmin konusu Ercan Kesal’ın başından geçen gerçek bir olaydan alıntıdır. Konu; Ercan Kesal, Nuri Bilge ve Ebru Ceylan tarafından senaryolaştırılmıştır.
Güçlü oyuncu kadrosuna sahip olan filmde, işlenen bir cinayetin yerini tespit etmek üzere bir gece yarısı; Savcı Nusret (Taner Birsel), Arap Ali (A.Mümtaz Taylan),Komiser Naci (Yılmaz Erdoğan),Doktor Cemal (Muhammet Uzuner) ve Katil zanlısı Kenan (Fırat Tanış) yola çıkarlar. Kenan yeri tespit etmek de zorluk çıkarsa da sonunda cinayetin yerini gösterir ve tüyler ürperten sebebini anlatır. Aile kavramı bir kez daha sorgulanır. Filmi kusursuz yapan, anlatılan hikayeden çok oyuncular arasındaki diyaloglardır.
Filmin Nuri Bilge’nin diğer filmlerinden ayrılan yönü hikâyeye daha fazla ağırlık verilmiş olmasıdır. Ceylan’ın Çehov hikâyesine hayranlığı bu noktada devreye girmiştir. Çehov, “Roman bize anlatı sunar; öykü ise bir ailenin evinin önünden geçerken, penceresinden içeri baktırır.”der. Filmde Çehov’dan birebir alıntılar vardır ve film bize pencereden bakıyormuşuz hissiyatını verir. Filmde; taşra sıkıntısı, Turgut Uyar’ın şiir için söylediği gibi- şiir sıkıntıyı kederi anlatmaya çalışmamalı, sıkıntının kendisi olmalı- anlatılmıştır. Bize absürt gelen konuşmalarla taşra sıkıntısının kendisi olunmuştur; muhtarın, köyün neden bir morga ihtiyacı olduğunu savcıya anlatıp, onu morgun inşasına yardım etmeye çalışırken lafın arasına kokusuna rağmen kuzu etinden başka bir şey yemediklerini sıkıştırmasını ve Arap Ali’nin, cesedi arabaya koyarken şehirden aldığı kavunları de cesedin yanına tıkıştırmasını buna örnek olarak verebiliriz Bu noktada, bozkırın otlarının güneşe maruz kaldığı için sararması ile insanların şartlar sebebiyle katılaştığı arasında bağlantı kurulabilir. Ki savcı, doktor, polis ve diğerleri de bu sararmadan nasibini almıştır.
Nuri Bilge, Cannes Film Festival’inde, Bir Zamanlar Anadolu’da filmiyle Büyük Jüri ödülünü almıştır.
Filmin güncesi, Ercan Kesal tarafından “Evvel Zaman” adıyla kaleme alınmıştır.
[next]
KIŞ UYKUSU (2014)
“… Aslında iyi eğitim görmüş, dürüst adıl bir insansın; ancak yeri geldiğinde bu erdemlerinle insanları boğan, küçük düşüren, aşağılayan bır hava taşıyorsun...”
“… Bütün meselen ne senin biliyor musun? Sen acı çekmemek için kendini kandırıyorsun…”
“… Karşımızdakini olduğu gibi görmeyip onu Tanrılaştırmak. Sonra da böyle bir Tanrı olabiliyormuş da olmuyormuş gibi ona kızmak. Bana biraz haksızlık etmiyor musun?…”

Kış uykusu, soğuk ve kurak mevsime dayanabilmek için canlı varlıkları çekildikleri kabuktur. Filmin konusuyla ismi arasında bu noktada bağlantı kurabiliriz. Başroldeki Aydın( Haluk Bılgıner) Karakteri emekli oyuncudur. Kendisinden yaşça küçük eşi Nihal(Melis Sözen) ve ablası Necla( Demet Akbağ) ile Kapadokya’da bir Otel işletmektedir. Yazın Çalışan otel, kışın uykuya çekilir. Tıpkı aydının bu Oteli açarak kış uykusuna çekilmesi gibi. Aydın sorumluluk duygusunu hiç üstlenmemiş entelektüel bir kişiliktir. Nihal’le arasında sorunlar olan Aydın birçok kez çekip gitmek istemiştir; ancak buna cesaret edememiştir keza Nihal de onun gibidir. Eşinden boşanmış olan Necla ise sürekli yalnızlığını sorgular. Eski eşine dönme isteğini içten içe yeşertir. Ama bunu kimseyle paylaşmaz. Filmde Çehov hikâyelerinde olduğu gibi iç monologlar yer alır. Ceylan, bir röportajında filmin Bir Zamanlar Anadolu’da filminden bir tık altta olmasını iç monologların fazlalığına bağlamıştır. Aydın karakteri görünürde yardımsever, köylünün yanında bir kişiliktir. Ancak bir maskedir. Belli bir sure sonra maskelerini karısının gözüne girmek için de takar. Ancak maskeler zamanla bir bir düşer. Düşen ilk maske, Aydın’ın, kirasını ödemeyen kiracısının evine hacız getirtmesi ve evin küçük oğlu İlyas’ın Aydın’a taş atmasıdır. Film Boyuncu Zengin-Fakır ya da Aydın-Köylü çatışması yaşandığı söylenebilir. Ancak bence Nuri Bilge, daha çok insanlık meselesi üzerinden gidip aydının da köylünün de maskesini düşürmüştür.
Film, Cannes Film Festival’inde en büyük ödülü olan Altın Palmiye ödülünü almıştır.
- [message]
- ##user## İçerik Yazarı
- Nurdan Baysal
Yorumlar